Kastamonu’nun Tarihi
Batı Karadeniz Bölgesi’nde, Ilgaz Dağı’nın eteklerindeki Karaçomak Deresi’nin vadisinde kurulan Kastamonu, çok eski bir yerleşim yeridir. Yapılan arkeolojik kazılar, ilk yerleşimin M.Ö. 50.000’li yıllara, yani Orta Paleolitik döneme kadar uzandığını göstermektedir. Bölgeye ait ilk yazılı kaynaklar Hititlere aittir. Hitit belgelerinde, bölgede Kaska (Gaska), Pala ve Tumana adlı halkların yaşadığı belirtilmektedir. Kaskalar, dağların arasına sıkışmış dar bir bölgede yaşadıkları için, Anadolu’nun geri kalanında gelişen uygarlıklarla pek fazla etkileşimde bulunmamışlardır. Bu nedenle Kaskalar, Hititlerle sık sık çatışmalara girmiş ve zaman zaman onlara başkaldırmışlardır. M.Ö. 14.-12. yüzyıllar arasında bu bölgede Kaskaların varlığına dair izler bulunmaktadır.
Kastamonu isminin kökeni tam olarak kesinleşmemiş olmakla birlikte, bu adın Hititler döneminde bir eyaletin adı olan Tumana ismi ile Kas isimlerinin birleşiminden (Kas-Tumana) türediği düşünülmektedir. M.Ö. 12. yüzyılda Büyük Hitit İmparatorluğu’na son veren Frigler, bölgeye yaklaşık 500 yıl boyunca hükmetmişlerdir. M.Ö. 6. yüzyılda ise Lidyalılar, ardından Persler bölgeyi ele geçirmiştir. M.Ö. 3. yüzyılda, Anadolu’nun yerel bir sülalesi olan Pontuslar, Paflagonya adıyla bilinen ve Batı Karadeniz’in Bolu’dan Sinop’a kadar uzanan bölgesinde güçlü bir devlet kurmuştur. Bu devlet, Roma İmparatorluğu döneminde Roma hakimiyetine karşı direnmiş ve sık sık isyanlar çıkarmıştır. Pontus Kralı 6. Mitridates, Roma ordusunu uzun süre meşgul eden bu isyanlar sırasında, Jül Sezar tarafından Tokat yakınlarında mağlup edilmiştir. Sezar’ın ünlü “Geldim, gördüm, yendim” sözünü burada söylediği rivayet edilir. Bu zaferden sonra Paflagonya, Roma topraklarına katılmış ve bu eyaletin merkezi bugünkü Taşköprü ilçesinde bulunan Pompeiopolis olmuştur.
Doğu Roma ya da Bizans Dönemi’nde Kastamonia adıyla bilinen şehir, 11. yüzyıl sonunda Selçukluların eline geçmiştir. Selçukluların ardından şehir, Bizanslılar, Danişmendliler ve Selçuklular arasında el değiştirmiştir. 13. yüzyılda Çobanoğulları, 14. ve 15. yüzyıllarda ise Candaroğulları Beyliği’nin yönetimi altına girmiştir. Candaroğulları, Kastamonu, Sinop, Samsun, Çankırı, Zonguldak, Çorum ve Bolu illerinin bir kısmını kapsayan geniş bir bölgeye hükmetmiştir.
Yıldırım Bayezid, 1392 yılında Kastamonu’yu Osmanlı topraklarına katmış olsa da, Ankara Savaşı’nda Timur’a yenildikten sonra bölge tekrar Candaroğulları’nın yönetimine verilmiştir. Candaroğulları Beyliği’nin son hükümdarı olan Candaroğlu İsmail Bey, Osmanlı Sultanı II. Murad’ın kızıyla evlenerek Fatih Sultan Mehmet’in eniştesi olmuştur. İsmail Bey, 1461 yılında Osmanlılar lehine tahtından feragat etmiş ve Kastamonu’nun çevresinde birçok hayır yapısına imza atmıştır. O dönemde Osmanlı Devleti için önemli bir vilayet olan Kastamonu, 16. ve 17. yüzyıllarda Celali isyanlarından etkilenmiştir. Ancak bu süreçte bile Kastamonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli bir şehri olarak kalmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında işgale uğramayan Kastamonu, halkının gösterdiği güçlü direnişle milli mücadelede önemli bir yer tutmuştur. Kastamonu’da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Hanımlar Cemiyeti, işgale karşı halkı örgütlemiş ve Nasrullah Meydanı’nda düzenlenen mitinglerle halkın desteği sağlanmıştır. Kastamonu, Kurtuluş Savaşı’nda en çok şehit veren üçüncü il olmuştur. Özellikle İnebolu Limanı üzerinden gelen cephaneler, Kastamonulu kadınların büyük fedakarlıklarıyla Ankara’ya taşınmıştır. Bu dönemde halkın direnişi ve cesareti, Milli Mücadele’ye büyük katkı sağlamıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, 23 Ağustos 1925’te Mustafa Kemal Atatürk Kastamonu’ya gelerek Şapka Devrimi’ni burada başlatmıştır. Atatürk, Kastamonu halkıyla yaptığı konuşmalarda şapka ve kıyafet devrimini burada halka tanıtmıştır. Kastamonu, bu tarihten itibaren Cumhuriyet’in modernleşme sürecine önemli bir katkı sağlamıştır.